19 Şubat 2013 Salı

Başlığa Lüzum Yok!



“Yitirilmiş bir şey, hiç eskimeyecektir.” Der Özdemir Asaf.
Yitirdiklermiş ve alıştıklarımız bazen ne kadar da eşdeğer olabiliyor birbirine, nasıl da sarmaş dolaş, nasıl da kol kola girmiş karşımızda birbirlerinin sigaralarını yakıyorlar.
Bir kadını yitirmek, bir dostunu yitirmek, sevdiğini yitirmek, dünyanın en eşsiz kokusunu yitirmek, her daim hiç sıkılmadan gözlerinle sevebileceğin birini yitirmek ve yani her şeyini yitirmek. Bütün bunlardır katlanması zor olan ve senin kafanda ki o lanet olası seslerin gittikçe güçlenmesini sağlayan.
Hiçbir şeye ait olmamak ve bağlanmamak durumu vardır hani, hayat o yönde ve o şekilde gider. Aile, dostlar, arkadaşlar ya da herhangi bi’şekilde normal şartlar altında bağlanılabilecek şeyler varken hiçbir şekilde bu hali durumu alamamak. Sadece hayaller ve tamamen senin inşa edeceğin bir yaşam… Ne kadar da kulağa tatlı gelen hayaller ve hiç de güç olmayan şeyler. İşte tam bunun üzerine kurulu bi’hayat ve yıllarca bunun için süren sessiz bir bekleyiş. Tüm bunlar olurken ve artık her şeye ramak kalmışken, yani o hayal ettiğin her şeye ramak kalmışken; senin yıllardır düşlediğin her şey gider ve yerine bambaşka bi’her şey gelir.
Bütün bir çocukluk dönemin, hani aslında bir şeyler öğrenmeye başlayacağımız ama hiçbir bok öğrenemediğimiz o tahta ve kıçı ağrıtan sıralarda başlayan çocukluk dönemi, işte o zamandan başlayarak her zaman dimin olan bir –her şey- bu. Sadece bir sıra uzağında, bi’şeyler olması için elini uzatıp o çocukça aptallıkla saçını çekmen, defterini karalaman yeter. Ya da hocaya şikâyet etmen. Yada hunharca yaramazlık yapıp sınıfın en pis çocuğun olup hocaya şikâyet edilmen. Ama bunlar olmaz. Çünkü Tanrı seni kör bi’lanetle kutsamıştır ve sen bunun bütün farkındasızlığıyla yıllarca boş sepelek yaşayıp durmuşsun. Daha bir şeyler hayal etmişsin, her şeyler hayal etmişsin. Sadece bir sene daha dişini sıkman ve içinden bağırman gerekmiş. Ama işte o son sene, o bi’şeyler öğreneceğimiz ama hiçbir bok öğrenmediğimiz yerde son sene bi’şeyler öğrenirsin. En gereksiz ve zamansız yerde. Tahta sıralara artık kazınmayan, hocaların görmekten utanmadığı ve bütün tenefüslerde gizli saklı yapılmayan buluşmalar silsilesi: Aşk.
Bu nasıl bir şeydir; ne ben anlatabilirim ne de birileri anlayabilir. Yıllarca beklediğin o melek yanı başında ve hiç kıpırdamadan duruyormuş. Hatta arada bir sana “Merhaba” bile diyormuş. Oysa senin ruhun kör, topal, dilsiz ve en tabiri caiz türünden bir eşekmiş. Daha kötüsünü de ister misiniz? Bu her şeyden noksan aşık, kendini dost diye tanıtmış. Gelmiş:
-Merhaba demiş.
-Merhaba.
-Benim adım dost.
-Bende “Melek!”
Bir dilsiz kadar suskun, kar tanesi kadar melodisiz. Susarak mahvettiği şeyler, konuşarak yok olmaya başlamış. İki insan ve iki ruh. İç içe geçmiş ve mükemmel. Daha başka ne olabilirdi ki.
Kapıyı arayan bir adam vardı
Kapının açılmasını bekleyen bir kadın
Sen söylemedikçe yoktu ki benim bir adım
Adım adım kapıya yaklaştı kadın.
Adam anahtarı buldu, açtı ve içeri girdi. En derine kadar. En üst basamağa kadar çıktı. Ama orada ona “Merhaba dostum.” Diye bir çift göz ve koskoca bir sarılmayla gelen bir çift eşsiz güzellikte el vardı. Melekti o. Kadındı ve melekti. Meleklerinde cinsiyeti varmış. Bir de; eşsiz bir kokusu. Melekler eşsiz kokar, benzersiz. Birinde ya da bir şeyde bulamazsın o kokuyu. Dünyanın getirdiği o bütün maddi kokular bu meleğin ancak ter kokusu olabilirdi. Sadece teni, sadece teni kokuyordu. Pürüzsüz, eşsiz ve karşı konulamaz bir tendi. Dokunmak yetiyordu. Sadece dokun ve aşık ol. Bütün mesele bundan ibaretti.
Melek diyorum işte, melek o. Yani melek işte. Mükemmel olur onlar. Yani melekler. Onlara erişebilmek ya da onlara tebessüm ettirebilmek için gelinen, sersefil durumu ise muhtemelen gökyüzünde ki Ay’ı ya da Güneş’i güldürüyordu. Ve mütemadiyen bu tebessüm için günlerce uykusuz kalıp nasıl bir meleğe erişebilineceğini düşünüp, ona tebessüm ettirebilmek için son parayla Ankara’ya gidip, o bilindik Ankara soğuğunda tan ağarana kadar dışarıda sabahlanabilir. Ve bunlar daha başlangıç.
Özel bir’şeyler olmalı. Çok özel. Yalnızca ben yapmalıyım ve yalnızca o görmeli. “His Günlüğü” adında ki bi’şey gibi. Her gün, günü gününe bir meleğe dair ne hissettiğimi yazmalıyım. Her gün aşkımı yazmalıyım. Her gün ona ne kadar bağlı olduğumu, her gün onu için hayatta ki – o karşıma çıkana kadar- tek vazgeçilmezim olan içkiyi nasıl bir çırpıda bıraktığımı, gitmesine rağmen hala onun bütün tatlılığıyla “Bir gün gitsem bile içki içmez misin? Sözünü tutar mısın?” deyişinin aklıma gelip kendimi tuttuğumu yazmalıyım. Ya da sevgilisiyle olan her adımını takip edip, bunları gördükçe krizlere girdiğimi, günlerce uyumadığımı ve ölümüne yalnız olduğumu yazmalıyım. Hadi son bir şey daha ekleyeyim; yemeyip içmeyip, para arttırıp, biriktirip doğum gününde gelmeyeceğini bilsem bile o hayalimizi gerçekleştirme isteğimi de yazmalıyım.
Ben bir eşeğim ve bütün anırmamla her satırımda bağırıyorum şimdi: Neden bu kadar kördüm ya da aptal. Hantal ve büyük bir abdal. Sımsıkı sarıldığım bir şeyi kaybettim. Ve bütün aklımın noksanlığı ile buna, dua etmemeye alıştığım gibi alıştım. Zamanlar ve acılı. Zamanla ve her geçen saniye farkındalığım artarak. En büyük hüzünlerden biri de, bizi birbirimize yakınlaştıran şey farkındalığımızdı şimdi ise benim alışmamı sağlayan şey yine aynı bok.
Bu alışmışlığım başka şeylere de alıştırıyor beni. Çok sigara içiyorum mesela. Günde iki paket falan. Başkalarının ikramlarını saymıyorum bile. Sen sigara kokusundan nefret ederdin. Seni o köşe başında beklerken hep sigara ile birlikte, sakız da alırdım. Sen rahatsız olma diye. Şimdi bir gün gelirsen, leş gibi kokacağım. Rahatsız olup gider misin? Bilmem ama leş gibi kokacağım bunu biliyorum.
Leş gibi kokacağım yanında
Eşsiz kokun ve o anlamaya çalıştığım cümlelerin
                          Olsa yanımda
Ne var, gelirsin tutarsın elimden
Yıkarsın paklarsın
Yine iyi kokarım daha iyi olmasa da teninden
Birlikte yazarçizeriz eski günlerde ki gibi
Ben yazarım sen kâğıt olursun
Sen yazarsın ben mürekkep olurum.
Haa kâğıt kalem yetmez, ağaçlar lazım bize dersen
Tek bir kağıt alırız
Sen bir ağaç çizersin, ben bi’dalına bi’tek yaprak çizerim.
Alışmışlığım benim kaybetmişliğimdir. Alışılan her şey yepyeni bir yitiştir. Monotonlaşan her şey sürekliliğini kazanır. Lakin süreklilik bazen yok oluşu getirir yanında. Ve işte o zaman ise Tanrı’nın en kötü çocukları kaybetmek ve yitirmek senin en yakınında bitiverir.
Ben “Her Şeyi” kaybettim. Nasıl mı kaybettim?
Aşık olduğum gün.